TR EN AR FA
 
İnternet sitemizde yer alan yayınlar, düşünce yazıları niteliğinde olup yazarların ele aldıkları konu hakkındaki bireysel görüşlerini yansıtmaktadır; düşünce ve ifade özgürlüğüne inanan bir Büro olarak her türlü fikre saygı ve dile getirilmelerinden memnuniyet duyuyoruz. Sitemizdeki yazı ve makalelerde yer alan bilgileri spesifik bir hukuki uyuşmazlığa uygulamadan önce mutlaka bir Avukata danışmanızı tavsiye ederiz.

22 Temmuz 2020 Tarihinde Yayınlanan 2017/39987 Başvuru Numaralı Anayasa Mahkemesi Kararı İncelemesi

İşbu bilgilendirme notunda 22/07/2020 tarihli Resmî Gazete’de yayınlanan 2017/39987 başvuru numaralı ve 18/06/2020 karar tarihli Anayasa Mahkemesi kararı hakkında bilgilendirmeler ve hukuki değerlendirmelerimiz paylaşılacaktır.

1. OLAY ÖZETİ

22 Temmuz 2020 tarihinde Resmi Gazete’de yayımlanan 18/06/2020 tarihli Anayasa Mahkemesi Kararını, idare mahkemelerinin süre bakımından inceleme yapması kapsamında önem arz ettiğinden bu çalışmamızda inceleyeceğiz. Sözü geçen kararın başvurucusu bir Şirket olup başvurucu Şirket İdare ile bir projenin meydana getirilmesi için idari sözleşme imzalamıştır. Anayasa Mahkemesi bireysel başvurusuna konu olayın hukuki geçmişi karmaşık olduğu için ilk aşamada bu geçmişi özetlemekte fayda vardır.

İdare ile başvurucu Şirket arasında sözleşmesi imzalanan projenin gerçekleşmesi için gerekli ÇED raporu süreci ise farklı ilk derece mahkeme kararlarına ve idari işlemlere konu olmuştur. Şöyle ki, söz konusu proje için ilgili idare tarafından ilk aşamada (15/10/2019) ÇED raporunun gerekli olmadığı yönünde karar verilmiş ve bu karar üçüncü kişiler tarafından iptal davasına konu edilmiştir. İptal davası ilgili mahkeme tarafından kabul edilerek söz konusu idari işlem iptal edilmiştir (22/06/2011) ve temyiz incelemesi neticesinde kesinleşen bu karar başvurucu Şirkete tebliğ edilmiştir (17/02/2012). Fakat bu ilk iptal davası devam ederken başvurucu Şirket 22/03/2011 tarihinde idareye başvurarak “ÇED olumlu” kararı almıştır. Bu idari işlem de üçüncü kişiler tarafından iptal davasına konu edilmiş, mahkeme tarafından 17/01/2013 tarihinde verilen iptal kararı temyiz ve karar düzeltme aşamalarından geçerek kesinleşmiş ve 24/08/2015 tarihinde başvurucu Şirkete tebliğ edilmiştir.

Bu aşamalardan sonra Başvurucu Şirket ÇED başvuru sürecine tekrar başlamış ve 02/06/2015 tarihinde idareden tekrar proje için “ÇED olumlu” raporu almıştır. Her ne kadar iptal davasına konu edilmiş ise de bu son ÇED raporunun iptali istemi ilgili mahkeme tarafından reddedilerek, mahkeme kararı 01/07/2016 tarihinde başvurucu Şirkete tebliğ edilmiştir.

Anayasa Mahkemesinin bireysel başvuru incelemesine konu olay ise bu aşamadan sonra devreye girmektedir. Şirketin Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunmasının sebebi, uzun yargılama sürecine konu proje sonucunda hem projenin ilk imzalandığı şeklinden farklı ve öngörülemez zarar kalemleri içermesi hem de yargılama süreci sonucunda durmak zorunda kalan inşaatın devamı için yine öngörülemez nitelikte ve ek zararlara maruz kalması neticesinde zararının tazmini için idareye tam yargı davası açması ve fakat bu tam yargı davasının süre yönünden ilk derece mahkemesi tarafından usulden reddedilmiş olmasıdır. Başvurucu Şirket hem Adil Yargılanma Hakkı hem de Mülkiyet Hakkı kapsamında başvuru yapmış olsa da Anayasa Mahkemesi başvuruyu sadece Adil Yargılanma Hakkı kapsamında ele almıştır.

2. ANAYASA MAHKEMESİNİN KARARI

Tazminat davası açabilmesinin koşulu olan zararın, açılan üçüncü iptal davasının reddedilmesi sonucunda ortaya çıktığı gerekçesiyle Şirket adil yargılama ve mülkiyet haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüştür. İlk derece mahkemesi ise, kararını idari işlemlere uygulanan İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun (“İYUK”) Madde 12 hükmüne dayandırdığı için süre aşımından ret kararı vermiştir. İYUK Madde 12 hükmü şu şekildedir:

İlgililer haklarını ihlal eden bir idari işlem dolayısıyla Danıştaya ve idare ve vergi mahkemelerine doğrudan doğruya tam yargı davası veya iptal ve tam yargı davalarını birlikte açabilecekleri gibi ilk önce iptal davası açarak bu davanın karara bağlanması üzerine, bu husustaki kararın veya kanun yollarına başvurulması halinde verilecek kararın tebliği veya bir işlemin icrası sebebiyle doğan zararlardan dolayı icra tarihinden itibaren dava süresi içinde tam yargı davası açabilirler. Bu halde de ilgililerin 11 nci madde uyarınca idareye başvurma hakları saklıdır.”

Anayasa Mahkemesinin ihlal kararına sebebiyet veren olgu ise İdare Mahkemesinin, davanın idari işleme karşı süresi içinde açılıp açılmadığını tespit etmek için idari işlemin Şirkete tebliğ tarihini esas almasıdır. İdare mahkemesinin değerlendirmesi, her ne kadar başvurucu talebi ile değil de üçüncü kişi talebi ile iptal edilmiş olsa da, ÇED sürecinin hukuka aykırı olmasının idarenin kusuruna dayalı olmasıdır. Anayasa Mahkemesinde göre ise somut olayda Şirket, yararlanıcısı bulunduğu birtakım işlemlerin iptal edilmesi üzerine ortaya çıkan yeni durumun birtakım zararlar doğurması sebebine dayanarak tazminat talebinde bulunmaktadır. Yani şirket, yararlanıcısı bulunduğu idari işlemlerin hukuka aykırı olduğunu düşündüğü için değil, bunların iptal edilmesiyle ortaya çıkan mali külfetin karşılanmasını istemektedir. Anayasa Mahkemesi, değerlendirmesinde ilk derece mahkemesinin Şirketin belirttiği sebepleri irdelemeden süre hesabına geçip İYUK madde 12’yi uygulamasına dikkat çekmiş bulunmaktadır. Yani Anayasa Mahkemesine göre, ilk derece mahkemeleri idari işleme dayanarak açılan tam yargı davalarında davanın hangi tarihten itibaren açılması gerektiğini tespit etmek için “zarar” olgusunu değerlendirirken başvuranın iddialarının hukuken savunulabilir bir zeminin olup olmadığını araştırmalıdırlar. Olayda ise Anayasa Mahkemesi, İdare mahkemesinin idari işlemden doğan bir zarar gibi değerlendirip dava açma süresinin tebliğden itibaren hesaplanmasını eleştirmektedir, hatta Şirketin “dava açmasının imkânsızlaştırılması ve zorlaştırılması” sebepleriyle ilk derece mahkemelerine yönelik bir değerlendirmede bulunmuştur. Buna karşılık Anayasa Mahkemesinin idarenin kusuruna dönük olarak ilk derece mahkemesinin değerlendirmesine karar özeti dışında yer vermemesi de dikkat çekicidir.

Sonuç olarak Anayasa Mahkemesine göre, Şirketin davaya konu tazminat talebinin gerekçeleri karşısında Mahkemenin dava açma süresinin başlangıcının tespitinde İYUK’un hükümlerinin mahkemeye erişimi engelleyecek şekilde önemli ölçüde dar yorumladığı sonucuna varmıştır.

3. DEĞERLENDİRME

Her ne kadar Anayasa Mahkemesi kararında pek çok defa somut olaya uygulanacak hukuku kuralını belirleme yetkisinin ilk derece mahkemesine ait olduğunu ve dava açma süresinin hesaplanmasının kendi görev alanına girmediğini zikretse de, işbu inceleme konusu kararda aslında Anayasa Mahkemesi ilk derece mahkemelerinin idareye atfettiği hizmet kusuru sebebiyle hesapladığı mahkeme başvuru süreleri bakımından bir yeniliğe yol açtığını düşünmekteyiz.

Özellikle çevre hakkı kapsamında son derece yaygın olarak iptal davalarında konu edilen HES vb. projelere ilişkin iptal davaları sonucunda idare ile projeleri üstlenen kişiler arasındaki ilişkilerde bir yenilik doğuracak bir karar vermiş bulunmaktadır. İlk derece mahkemeleri bu durumlarda mahkemeler tarafından verilen iptal kararlarını, idarenin ağır kusurlu (hukuka aykırı) işleminden kaynaklanması sebebiyle idari işleme dayandırmakta, buna dayalı açılacak tam yargı davalarında süreleri ise İYUK Madde 12 uyarınca bu kararların tebliğ (öğrenilme) tarihinden itibaren hesaplamaktaydı. Ancak Anayasa Mahkemesinin Adil Yargılanma Hakkının (Mahkemeye Erişim Hakkı) engellendiğine karar verdiği işbu inceleme konusu kararın, uzun vadede benzer konulu idari davalarda yol gösterici olacaktır.

İdari işlemlerin iptali davası ile tam yargı davaları veya Anayasa Mahkemesinin inceleme konusu kararı hakkında herhangi bir sorunuz olması veya Anayasa Mahkemesine başvuru hakkında daha ayrıntılı bilgi almak isterseniz büromuz ile iletişime geçmekten çekinmeyiniz.

Bilgilerinize sunulur.

ESİS HUKUK BÜROSU

Yol Tarifi